artık sabahı da kaplıyor acı*

kırk dereden su getirirdim safrana çalan saçlarını göğsüme ekmek için
ama seni sevdiğimi bilseler şiirlerimi yakarlardı.
halbuki sen
kaotik bir aile sofrasında 
yanımdaki sandalyede elimi tutuyorsun.
sen oradasın
ve oralar çok şanslı.
hiçbir şey değil de beykoz'da bir kedi olsaydım okşayan başımı sen olsaydın.
artık bitti...
çok yabancısın, miyop gözlerin kısık.

şimdi ölsem kırk gün sonra duyarsın. 
çünkü; sen sevmedin, göğsüme yedi dikiş attılar.
sevmedin, gittim en sevdiğim yüzümü astım.
sevmedin, kalktım kırılmamak için yüzümü döndüm.
oturdum içimdeki çocuğun başını okşadım, her bir saç teli kırılmışlıktan sıkılganken.
çocuktum 
koştum koştum gittim sevilmemişliğin duvarına çarptım.
sana sitemimi mazur gör kimsenin sevmeye takati yok.
derin bir nefes çeker ve
içinde ukde kalanı düşlersin
çok değil, sadece kalbine yazık edilmiştir.
oysa benden ırak göz bebeklerin
tıpkı bir atilla ilhan dizesidir.
"bana ait ne varsa hepsi seni  korkutuyor 
sana ait ne varsa hiçbiri benim değil."

artık hiçbir şiir beni ayağa kaldıramaz toprağımdan
lakin senin dilinden dökülen şiirler kalbimi kıyama kaldırır sevgilim.

içimdeki deniz, dilerim  o kadar şifa bulursun ki tadın değişir.

nar gibidir insan. bazen öylesine dağılır ki toplayamazsın düştüğü topraktan. leke bırakır. ben buradayım der. iz bırakmak istersin, varlığını bir lekeyle ifade etmek istersin. narın lekesi geçmez bilirsin.

ben zaten dipteydim kuyu benim içimde ben kuyunun içinde  hem kervan geçmez hem ben yusuf değilim.  sen en yüksek falezden adına sığınıp ev ...