bir cenaze var

seni kalbimden doğurttum
aldım, etime diktim.
aldım getirdim benden olan tüm kelimeleri avucuna döktüm.
neden böyle oldu bilmiyorum 
zaman başka bir dile geçti
ve ben
çiçek açarcasına ağlıyorum.

acın içimde bıçak;
çok değil göğsünde bi taş ağırlığı 
insan nasılda kendi yangınını avucunda taşıyormuş anladım. 
bu yüzden göğsümün içindeki ateşten
ellerinin serinliğine sığınmak istedim.
kaygımı avuç içinde ufaltmak..
peki 
göğsündeki pası ne zaman söküp atabileceksin?
(insan acısını göğsünde taşır)
herkes kalbindekine sarılsa benim kollarım boşlukta kalır.
çünkü aşk eksik insan işiydi.
bir hiç uğruna mı öldük, demişti?
(öldü, küçücüktü yorgunluğu)
beni bağışla, ben bu acıyı kalbimden söktüm.
sen beni telef ettin
ben ziyan olmadım.
sen,
sevilmemeyi küfür gibi yüzüme çarptın
kaburgalarımdan üçü kırıldı
beni kimsesiz bırakman kadar acıtmadı.
içimde ise ziyan olacak nar kalmadı 
artık bir önemi yok beyaz gömlek de çöpe atıldı.
ama bilirsin kırılmak zaten ademden kalmaydı.

şimdi sevincim; başımı kucağına usulca yaslamamdan hep
ve umulur ki yazılan, istenilenden daha güzeldir.
birkaç ağrı
ve bir de adın var
yaşamak kadar berrak
var olmak kadar sahici.

tanrıyla kahır ettik doğduğun günü, unutma bir yetimin ahı üstünde kazılı

çığlıklar biriktirelim 
kalbinde olmayan birine
ağız dolusu susmalarla yetinip.
iyi ki'leri üçüncü tekillerin aldığı, içinde belki yaşarım sandığım şehrin ortasında.
gülüşler saklı, başkasının dileğindeki
gören gözler dalgın, hep ağlak. savaştığı ise onursuz bir aşk..
(sanılan)
nasıl bu kadar kor bir alevdeyken bile
 hâlâ seni ümit edebilirim. içime nasıl baharlar ektin ki 
sana gidilen günü doğmuş saydın kendini.
bir kez olsun bakamadığım göz bebeklerinde benim için hiç mi yaş düşmedi 
kutlu olsun.
bütün mumlar üflensin adın aklanana kadar kalbimde
artık o kadar meçhul bir hayaletsin ki
bütün bir ahir zaman bile tüm o mahşer alanında bile annenden önce sana koşardı 
bi başına bırakılan bu yetim..
aramak seni; 
ince bir buz üstünde, sinemdeki cesetlerden hediyeler sunmak
karelerinde 
tapındığım dudaklarına uzanma telaşı
ve mazur gör, sende bulduğum bu dermansız sevda 
kimseye yar olacağa benzemiyor.
o yüzdendir bu ateşin söneceği de 
bir sonraki cehenneme gidişime kadar devam edecek.
şimdi sen dilediğin kadar sev, kalbindeki oyuklar sana beni hatırlatana dek mutlu yaşa.
çünkü bendeki sen artık 
abesle iştigal yolu ve oturduk tanrıyla kahır ettik doğumunu.
(kutlu olsun, bir yetimin ahını alışın)

kadir kıymet?

tüm enkazlarımın altından hâlâ sen çıkıyorsun 
ektiğin karanfiller, toprağımı zehirlemekte hâlâ 
nasıl olur da yolum aydınlanmıyor bir türlü 
senden saklandıkça bir girdap oluyorum içime
içimden cenazeler kalkıyor, senin bastığın tuz yaramı parçalara ayırmaya elbet yetiyor.
nerelere sürüklesem de bu filizi
o kadar küs ki toprağına
hiçbir çiçek açmıyor.
açsa da solmaya yüz tutan bir karanfil gibi, her defasında kuruttuğum
halbuki yılların gözyaşlarını akıtıyorum yapraklarına.
yetemiyorum.
gelinciklerim adını söylüyor, ben senin yerine de utanıyorum.
o sevmediğini itiraf ettiğin ankara gecesi de dahil
seni affedemiyorum.
bu yük; kalbimde bir harbe yol açsa da 
ben umutlarımı aynadakinden almaya, senin haberin bile olmayan tüm gecelerde bedeller ödeyerek tekrar tekrar ve tekrar 
bana hiç göstermediğin
bana hiç yaşatmadığın 
gökkuşağına dönüştürüyorum.
her bir ümidime bir renk verip içine evler döşüyoruz.
anlamını hiç bilmediğim kavramlar doğuyor orada 
"aile" tümceleri bir şiir gibi 
güneş en tepedeyken çıkan laleler renkleniyor, kuşlar ötüşüyor aşktan 
bir gün senden önce benim kabrimde adımı okuyor olursan şayet
lütfen oraya
yetiştirmeye layık görmediğin o çiçeği ek
yeşersin ki, umudumun terazisinde, kalbim bir kuş tüyünden ağır çıkmasın.
o zaman sev beni lütfen 
her şey için çok geç kalmış olsan bile sev beni
ben hissederim çürüyen yüreğimde seni...

içimdeki deniz külliyen yandı

içimde parçalara ayrılmış hücreler var
seni kaybetmenin piyesi 
çokça güleç bir shakespeare kalemine denk.
tozlardan arta kalan yalnızlıklar ağaç kabuğu olmuş, köklenmiş her gidişinde
bütün yeşiller bahara küsmüş adın düşünce gökten
o yüzdendir nam saldığın bu aşk yalanında boğaz kadar sakin bir yosma beklemekte
köprüden önceki birkaç çıkış;
gelmemelerin birikti ve bundan böyle
affın yok tahayyülümde

nar gibidir insan. bazen öylesine dağılır ki toplayamazsın düştüğü topraktan. leke bırakır. ben buradayım der. iz bırakmak istersin, varlığını bir lekeyle ifade etmek istersin. narın lekesi geçmez bilirsin.

ben zaten dipteydim kuyu benim içimde ben kuyunun içinde  hem kervan geçmez hem ben yusuf değilim.  sen en yüksek falezden adına sığınıp ev ...