nar gibidir insan. bazen öylesine dağılır ki toplayamazsın düştüğü topraktan. leke bırakır. ben buradayım der. iz bırakmak istersin, varlığını bir lekeyle ifade etmek istersin. narın lekesi geçmez bilirsin.

ben zaten dipteydim
kuyu benim içimde
ben kuyunun içinde 
hem kervan geçmez hem ben yusuf değilim. 
sen
en yüksek falezden adına sığınıp ev bildiğim uçurumdan
atmadan evvel de 
her katilin cinayet mahalline geri dönmesi bi halüsinasyon değilse 
bu enkaz bu yangın gönül de cesediyle seni beklemekte 
üstelik gönlü pare pare yanmış bi buz kütlesi ceset
o yüzdendir ki tüm şiirlerin katilleri şairleridir
bir dibin en sığ nefesinden 
adından çıkıp sana bir daha gelememek kadar alaycı bu 
her günün akşamında özlemler ekip 
kapkara bir karanfil avuçlamak 
nasırlı ellerle
oysa kâbus, hiç bilmediğim kokuna duyduğum aşk olmalıyken
senden kalan anılar yığınına bir bir su verdim
onlar bile söndürmedi gidişinin ateşini, kor gibi yanan yüreğime
hiçbir rahimde bir daha seni sevecek bir beşer bulamayacaksın
ben okyanusun dibinde adının denizinde 
boğularak can verirken
sense
bir daha böyle bir sevginin muhatabı olmayacaksın.
yas kırk gün diyorlar
kırk gün geçmiyor.

oysa; içimi deşen acıya adını verdim
en çok nerede kimsesiz kaldığımı 
senden iyi kimse bilmezdi.
bense 
bir akşamüstü soldum 
küskün bi çocuk gibi sürekli eve dönmeyi istiyorum, ev harabe
bazen yangın tam göğsündedir dışarıdaki sıcak pek etkilemez.
ve anılar yanılgı denizidir 
üzerime sessizlikten örülü bir duvar yıktın 
bağırsam da duyulmaz.
yan yana olup ellerini tutmalıydım affet daha karşılaşmadık.
affet beni..
seni öpmenden öpebilseydim sızım falan kalmazdı.
boynum bükülmezdi ellerindeki imkansızlığı görmeseydim.
neyse ne işte ölünce hepsi geçer.
en nihayetinde ben de öleceğim.
isterim ki mezar taşım olmasın 
onun yerine mevsimi her geldiğinde gelincikler açsın.

yüzüm sana dönük 
bunun sevinci içimde her zorluğu
avucumda ufaltacak kuvveti yeşertiyor.
seni her zaman bir çiçek gibi taşıyacağım göğsümde.

senin

denizin yorulduğu yerdeyim 
tam kıyının dibinde, diktim gözlerimi 
sonu denize çıkan istanbul sokakları gibi gözlerine 
bu lütuf ki bana bahşettiği tanrının
tıpkı aşkla sınanan rahel misali
ona yakarışlarım, sensiz gecelerime denk oldu
ne çok beklemiş yakup'unu
beklerken yüreğimin taşa kesilmesinden korkuyorum, korkuyorum bu davada mahkumiyetim ebediyete intikal eder diye
seni sonsuz bir aşkla sevmek mi?
bir caravaggio eserinden uyarlanan tablo gibi hikayemiz 
katil ressam ve kaçak 
çizdiği her resminde kendi tasviri
ah benim barok romalı erkeğim 
hayallerimizin como gölünde her akşam buluşup şaraplar içtiğim sevgilim 
beni ırmağınla temizle
bu beyhude yaralarım senin suyunla aklanır letheden sonra 
tek sen arşınlarsın kaderimin parelerini ellerinle
ne olur kapıma gel, ellerinde çiçeklerle
bütün güller gülüşlerin sayılsın
ben o gamzene oracıkta gömülürüm zaten
ve de görünce seni, 
benim gönlüm evrenin en müzehher gönlüne dönüşür
sen yeter ki, özle 
bir gün çıkagel 
bir tufan ol, avuçlarıma dolsun ellerin

aşk; senin olmadığın yerlerde zehir kalbime

sen dağ değilsin, nasıl kaldırırsın elindeki tuza bulanmış nasırları sensiz
bir gün daha mahur bir yalnızlık kopup giderken ömürden , bu can havliyle gelen aşkım bir tek sanaydı 
ve bırakılan her bir ah kaderinin bütün ihtimallerinde yankı bulacak tanrı katında
seni değil, kalbimi şahit yazabilir bütün melekler 
nasıl aşıktım sana, sen bilmesen de 
birer erguvan ekmek şimdi senden arta kalan tüm o anılara
ve o toprağı bir bün bile sulamamak..
her yıkılmışlıkta arta kalan sesinden yekpare çıkamamak ,çokça yaşlılık getirdi. sen gittin bir daha kimse uğramadı bu eve.
soğuktan donan bu kez benim, donarak öldürdün bir kalbi cayır cayır yakarken sevgili
tüm kapılar ardına dek açık ola, sen tüm ömrünce bensiz kalmanın pişmanlığıyla mahşerde karşıma dikilesin.
bu yüzden 
bütün dualarım senin adın ..
ne çok istedim, senden olan bir parçam rahmime düşsün 
beni kader düğümünde en beyaz ve parlak bir inci gibi taşımanı denizinde...
içinin kıyısında vurgun yediğim begonyama, tüm hoşça kallar*
gelemezsin çünkü bu sefer anahtarları değiştirmedim bu sefer evden taşındım.

tanrı seni, seni kıran insanların önünde yeniden bir araya getirecek*

sol omzumu öptüm, kanatlandı 
tüm yaralı kuşlarım
yapayalnızdım
seni gözümde büyüttüm
kalbimden taştın
sığdıramadım bi yere, ağlayarak doğurdum
kendimi yeniden
her gece, her çığlıkta 
kabuslarımdan çıkarttım rahmimi
bir nilüfer gibi köklendirdim içimde
içimi, kendime 
sen durmadın ben daha da sağlam döndüm
tuğlalar ördüm güllerden 
ellerimle
bu kez narlar sol göğsümde telef oldu 
adınla kırdım hepsini tek tek
bağlarımızı bir ölüm kesinliği gibi kestim
ve heder oldu yalnızlığım tanrıyla paylaştığım
ona gömdüm seni. benim yaramda
senin dehlizlerin kurak bırakır toprağımı
bütün şairler adını katledebilir şiirlerinde
yok hükmünde kararname sayılabilir ruhun 
yemin olsun ki 
bütün nifaklar kavuşsa bile
senin teninde kirletmeyeceğim çiçeklerimi.

değmezmiş evet

ahu da dönmez, sende zehir zemberek bir balmışsın 
anladım
zuhur eden huzursuzluklarımın eşgalidir adın, geç oldu ama anladım.
senden bir parçamın
her fersahında izim kalacak iken
bir mütemadiyen an beni.
okşa hiç görmediğin saçlarımı. 
okyanusların en dibindeki kara yosunları kadar
sevgin kalsın içinde
belki bir gün 
tüm ihtimaller bir araya getirir
göz bebeklerini gözlerime
ateşten daha kor bir alev düşün, bilesin ki öfkem baki kalacaktır şanına.
benim ahım her iki yakanda çiçekler açtıracaktır.
bembeyaz güller ekilmiş yalanlarına.

kan kustuk, artık beyaz gömlekteki nar lekesinin bir önemi yok.

yan yana yürüyelim
hiç bilinmeyen yazarının dahi 
dönüp okumadığı şiirin 
mısralarından kaçmış gibi.
şairler de bilir sevmenin acımasızlığını
hangi şiire baksak hep yalandır.

ben gidişinden beridir denizin kıyısındayım
bir butimar kuşu misali. 
oysa ne çok istedim 
gözlerinde kendimden bir yansıma görmeyi 
tüm saadetlerim mümkün kılınırdı o vakit.

içi bin yıldır yorulmuş bir ruh düşün
denizinin bir gün kuruyacağına inanıp 
bu tasa yüzünden hiç su içmemesini..
bu mudur aşk?(çünkü aşk, hiç okşanmamasıdır saçların,azıcık bile.)
peki, hiç gözyaşına dur denir mi, bekleme deme, durmaz
durmaz akar gider doğduğu yere.

ben,
ben neyi anlattıysam onu kaybettim.
güzel yerlerimden kırdılar o yüzden sessizim...
bir köşede unutulan ekmek kırıntıları gibi 
yalnızlığımı parçalara ayırıp yedim.
hangi kitabın arasında saklıyosun yazgımı tanrım
söyle bileyim 

ah senin güzel ismin
yarı unutulmuş bir kutsal yazı gibi 
peyda olur acımızın ikindi güneşinde.
al şu sevilmişliği sol göğüs cebine koy 
orada bana zambaklar büyüt, ellerin
yanan bir ormanı yeniden filizlendirsin
beni düşünme müsterih kal
bunca burukluğum bir selamına ferahlığa erer sevgilim.

nar lekesi sanacaklar göğsümdekini
kanadığıma inandıramayacağım...

artık sabahı da kaplıyor acı*

kırk dereden su getirirdim safrana çalan saçlarını göğsüme ekmek için
ama seni sevdiğimi bilseler şiirlerimi yakarlardı.
halbuki sen
kaotik bir aile sofrasında 
yanımdaki sandalyede elimi tutuyorsun.
sen oradasın
ve oralar çok şanslı.
hiçbir şey değil de beykoz'da bir kedi olsaydım okşayan başımı sen olsaydın.
artık bitti...
çok yabancısın, miyop gözlerin kısık.

şimdi ölsem kırk gün sonra duyarsın. 
çünkü; sen sevmedin, göğsüme yedi dikiş attılar.
sevmedin, gittim en sevdiğim yüzümü astım.
sevmedin, kalktım kırılmamak için yüzümü döndüm.
oturdum içimdeki çocuğun başını okşadım, her bir saç teli kırılmışlıktan sıkılganken.
çocuktum 
koştum koştum gittim sevilmemişliğin duvarına çarptım.
sana sitemimi mazur gör kimsenin sevmeye takati yok.
derin bir nefes çeker ve
içinde ukde kalanı düşlersin
çok değil, sadece kalbine yazık edilmiştir.
oysa benden ırak göz bebeklerin
tıpkı bir atilla ilhan dizesidir.
"bana ait ne varsa hepsi seni  korkutuyor 
sana ait ne varsa hiçbiri benim değil."

artık hiçbir şiir beni ayağa kaldıramaz toprağımdan
lakin senin dilinden dökülen şiirler kalbimi kıyama kaldırır sevgilim.

içimdeki deniz, dilerim  o kadar şifa bulursun ki tadın değişir.

bir cenaze var

seni kalbimden doğurttum
aldım, etime diktim.
aldım getirdim benden olan tüm kelimeleri avucuna döktüm.
neden böyle oldu bilmiyorum 
zaman başka bir dile geçti
ve ben
çiçek açarcasına ağlıyorum.

acın içimde bıçak;
çok değil göğsünde bi taş ağırlığı 
insan nasılda kendi yangınını avucunda taşıyormuş anladım. 
bu yüzden göğsümün içindeki ateşten
ellerinin serinliğine sığınmak istedim.
kaygımı avuç içinde ufaltmak..
peki 
göğsündeki pası ne zaman söküp atabileceksin?
(insan acısını göğsünde taşır)
herkes kalbindekine sarılsa benim kollarım boşlukta kalır.
çünkü aşk eksik insan işiydi.
bir hiç uğruna mı öldük, demişti?
(öldü, küçücüktü yorgunluğu)
beni bağışla, ben bu acıyı kalbimden söktüm.
sen beni telef ettin
ben ziyan olmadım.
sen,
sevilmemeyi küfür gibi yüzüme çarptın
kaburgalarımdan üçü kırıldı
beni kimsesiz bırakman kadar acıtmadı.
içimde ise ziyan olacak nar kalmadı 
artık bir önemi yok beyaz gömlek de çöpe atıldı.
ama bilirsin kırılmak zaten ademden kalmaydı.

şimdi sevincim; başımı kucağına usulca yaslamamdan hep
ve umulur ki yazılan, istenilenden daha güzeldir.
birkaç ağrı
ve bir de adın var
yaşamak kadar berrak
var olmak kadar sahici.

tanrıyla kahır ettik doğduğun günü, unutma bir yetimin ahı üstünde kazılı

çığlıklar biriktirelim 
kalbinde olmayan birine
ağız dolusu susmalarla yetinip.
iyi ki'leri üçüncü tekillerin aldığı, içinde belki yaşarım sandığım şehrin ortasında.
gülüşler saklı, başkasının dileğindeki
gören gözler dalgın, hep ağlak. savaştığı ise onursuz bir aşk..
(sanılan)
nasıl bu kadar kor bir alevdeyken bile
 hâlâ seni ümit edebilirim. içime nasıl baharlar ektin ki 
sana gidilen günü doğmuş saydın kendini.
bir kez olsun bakamadığım göz bebeklerinde benim için hiç mi yaş düşmedi 
kutlu olsun.
bütün mumlar üflensin adın aklanana kadar kalbimde
artık o kadar meçhul bir hayaletsin ki
bütün bir ahir zaman bile tüm o mahşer alanında bile annenden önce sana koşardı 
bi başına bırakılan bu yetim..
aramak seni; 
ince bir buz üstünde, sinemdeki cesetlerden hediyeler sunmak
karelerinde 
tapındığım dudaklarına uzanma telaşı
ve mazur gör, sende bulduğum bu dermansız sevda 
kimseye yar olacağa benzemiyor.
o yüzdendir bu ateşin söneceği de 
bir sonraki cehenneme gidişime kadar devam edecek.
şimdi sen dilediğin kadar sev, kalbindeki oyuklar sana beni hatırlatana dek mutlu yaşa.
çünkü bendeki sen artık 
abesle iştigal yolu ve oturduk tanrıyla kahır ettik doğumunu.
(kutlu olsun, bir yetimin ahını alışın)

kadir kıymet?

tüm enkazlarımın altından hâlâ sen çıkıyorsun 
ektiğin karanfiller, toprağımı zehirlemekte hâlâ 
nasıl olur da yolum aydınlanmıyor bir türlü 
senden saklandıkça bir girdap oluyorum içime
içimden cenazeler kalkıyor, senin bastığın tuz yaramı parçalara ayırmaya elbet yetiyor.
nerelere sürüklesem de bu filizi
o kadar küs ki toprağına
hiçbir çiçek açmıyor.
açsa da solmaya yüz tutan bir karanfil gibi, her defasında kuruttuğum
halbuki yılların gözyaşlarını akıtıyorum yapraklarına.
yetemiyorum.
gelinciklerim adını söylüyor, ben senin yerine de utanıyorum.
o sevmediğini itiraf ettiğin ankara gecesi de dahil
seni affedemiyorum.
bu yük; kalbimde bir harbe yol açsa da 
ben umutlarımı aynadakinden almaya, senin haberin bile olmayan tüm gecelerde bedeller ödeyerek tekrar tekrar ve tekrar 
bana hiç göstermediğin
bana hiç yaşatmadığın 
gökkuşağına dönüştürüyorum.
her bir ümidime bir renk verip içine evler döşüyoruz.
anlamını hiç bilmediğim kavramlar doğuyor orada 
"aile" tümceleri bir şiir gibi 
güneş en tepedeyken çıkan laleler renkleniyor, kuşlar ötüşüyor aşktan 
bir gün senden önce benim kabrimde adımı okuyor olursan şayet
lütfen oraya
yetiştirmeye layık görmediğin o çiçeği ek
yeşersin ki, umudumun terazisinde, kalbim bir kuş tüyünden ağır çıkmasın.
o zaman sev beni lütfen 
her şey için çok geç kalmış olsan bile sev beni
ben hissederim çürüyen yüreğimde seni...

içimdeki deniz külliyen yandı

içimde parçalara ayrılmış hücreler var
seni kaybetmenin piyesi 
çokça güleç bir shakespeare kalemine denk.
tozlardan arta kalan yalnızlıklar ağaç kabuğu olmuş, köklenmiş her gidişinde
bütün yeşiller bahara küsmüş adın düşünce gökten
o yüzdendir nam saldığın bu aşk yalanında boğaz kadar sakin bir yosma beklemekte
köprüden önceki birkaç çıkış;
gelmemelerin birikti ve bundan böyle
affın yok tahayyülümde

ve romeo kendini öldürür

kendimi bir kaşık suda
toprağında boğmak istiyorum.
neredesin..
hangi ana doğurur bir daha seni?

deniz

önünde durduğun deniz kadar güzelsin
gülüşünden begonyalar açtıran sevgilim.

iki satırlık şiir mi olur deme
gamzene sığdırdığım piyeslerim var benim.
umudumu boynunla sarmaş dolaş dansa kaldırmışlığım.
adından bebekler doğurmuşluğum var.

bir pazar gününün ardından gelen huzurdur
sana gelen tüm yollar.
plaklardan yayılan ıssız kor alev gibi 
yanar durur.
her gece ıslak düşlerimizde sevişiriz
boylu boyunca.
ben
sarhoş olmak için
 göz bebeklerinden vurulurum
 ilk kadehi alır almaz.

ve nihayet bir gün gelecek;

senin ektiğin kırlarda
bahçeler açtıracağım 
gül ağaçlarının gölgesinde, 
bir demet pembe gülü dört yaşına taşıyacagım.
tam orada, çocukluğuna sımsıkı sarılı kalarak, seni
bir ömür sevmeye adayacağım.



nilüfer

önünde durduğun deniz kadar güzelsin
gülüşünden begonylar açtıran sevgilim.

nar gibidir insan. bazen öylesine dağılır ki toplayamazsın düştüğü topraktan. leke bırakır. ben buradayım der. iz bırakmak istersin, varlığını bir lekeyle ifade etmek istersin. narın lekesi geçmez bilirsin.

ben zaten dipteydim kuyu benim içimde ben kuyunun içinde  hem kervan geçmez hem ben yusuf değilim.  sen en yüksek falezden adına sığınıp ev ...